Barış gençti, hayatının baharındaydı. Dindar bir ailenin çocuğuydu. Duygu ve düşünce olarak Müslümandı. Fakat amel ve ibadet yoktu. Allah’ın dinine laf söyletmezdi. Allah ve Rasûlünü severdi. İslâm’a taraftı; böyle bakınca kendince iyi bir Müslüman’dı. Lâkin suya/rahmete ulaşamamış bir tohum gibiydi. Allah’ı, Resulünü ve dini seviyordu ama noksan bir sevgiydi bu. Maalesef; “şeker, şeker” demekle ağız tatlanmadığı gibi, “inandım, inandım” demekle de gerçek iman sahibi olunmuyordu.
Yaşadığı bu olaydan sonra kendini kandırmayı bıraktı. Bir kâğıda yazılmış “kiraz” yazısı ile daldaki kiraz arasındaki fark gibiydi hayatı. Dünyadaki hayatın devamı için yiyip içiyor, nefes alıp veriyordu; ya sonrası için? Ölüm vardı; peki Barış, ardından gelecek olana hazır mıydı? Şimdi iç dünyasında bir şeyler kıpırdanmaya, uyanmaya başlamıştı…