Merhum Ebu Gudde İmam-ı A’zam’dan (ra) nakille, “Âlimlerin güzelliklerini anlatan hikâyeler bana fıkhın birçok meselesinden daha sevimli gelir. Çünkü bu hikâyeler bize âlimlerin edeb ve ahlakını öğretir” demiştir.
Yıllardır bir kısım kitap ve filmlerde, tarihte olmayan, yaşamamış kimselerin yalancı hayatlarıyla şekillenen dünyalarımızı, kendi içimizden, gerçekten yaşamış ve gerçek hayatlarıyla bizlere rehber olacak bu kutlu insanların hayatlarından gerçek manada istifade ederek yeniden şekillendirmemiz gerekmektedir. İslam büyüklerimizin o güzellikleriyle, hayatımıza çekidüzen vermek hepimiz için zaruri olup, kendimizin ve evlatlarımızın daha güzel yetişmelerine vesile olacaktır inşallah.
Bu çalışma İslam büyüklerinin yaşanmış binlerle kıssalarından seçilmiş küçük bir buket gibi sizlere sunulmuştur. O dünyadan bir damla hükmündedir. Saydığımız hayırlardan bir kısmına vesile olması ümidiyle…
İslam dünyasının bazı dönemleri çok buhranlı geçmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde ciddi buhranların yaşandığı bir dönemdir. Bu sıkıntıların hem maddi hem manevi ayağı bulunmaktadır. Maddi tarafını zaten net bir şekilde görmekteyiz. Manevi cephesine gelince, İslam kültürünün en temelde iki ana kaynağı olan Kur’an ve sünnete de bir kısım şüphelerle yaklaşılmaktadır. Bu iki ana kaynağa hücum edilirken sünnetin ön planda tutulduğunu görmekteyiz. Bunun ana sebebi Kur’an-ı Kerim’i açıklayan, Kur’an’ın anlaşılmasını sağlayan ve yeni hükümler getiren sünnet tarafı inkâr edilirse, bunun bir sonraki aşamasının Kur’an-ı Kerim olduğu şüphesizdir. Çünkü temelde Kur’an’ın etrafında zırh olan şeyler; devlet, sünnet-i seniyye ve hakiki İslam âlimleridir. Kur’an-ı Kerim’e savaş açan zihniyetler öncelikle İslam âlimlerini itibarsızlaştırıp, daha sonra sünnet-i seniyyeye hadisler üzerinden hücum ederek sünnetin elini zayıflatılmayı hedeflemektedirler. Yapmış olduğumuz bu çalışmada hedefimiz, öncelikle, Kur’an ve sünnete gelen hücumları -ilim ve hayatlarıyla ümmete istinad olarak- engelleyen İslam âlimlerinin hayatlarından bir kısım hatıralara yer vermektir. Bunu yaparak bir nebze olsun onları tanıtmak ve itibarlarının ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktır. Yoksa bu çalışma, bu âlimleri bütün hayatlarıyla araştıran derin bir çalışma değildir. Biz bu çalışmada yalnızca bir tasnif ve bilgilendirme yapmak istedik. Kendi yorumlarımızı katmadık. Çünkü bu güzîde âlimlerimizin hatıraları, Cenabı-ı Hakkı razı etmek için gayretleri, bizim başka bir şey söylememize ihtiyaç bırakmamaktadır.
Merhum Ebu Gudde Hocanın İmam-ı A’zam (ra)’dan naklettiği şu ifadeler, maksadımıza ışık tutmaktadır: “Âlimlerin güzelliklerini anlatan hikâyeler bana fıkhın birçok meselesinden daha sevimli gelir. Çünkü bu hikâyeler bize âlimlerin edeb ve ahlakını öğretir” demiştir.
Bundan dolayıdır ki hidayet kandilleri diyebileceğimiz büyük insanların sevgili ve sevimli halleri, bizim dünyamızda çok farklı ufuklar açıp, bizi Allah’a (cc) yakınlaştırır. Bu kıssaların neticesinde, onların mana iklimine girerek, onların yaptıkları işlerdeki samimiyetlerini okumak hayatımıza renk katacaktır. Onlar o kadar güzide insanlar ki onlardan bahsetmek bize her daim Allah’ı hatırlatır ve inşallah rahmete mazhar olmamıza vesile olur. Süfyan b. Uyeyne (ra): “Salih kimselerin anıldığı yere rahmet iner” diyerek bu hakikate temas eder.
Bunlarla beraber bu hatıralar bize şunları da kazandırır; heyecansız, boş geçen vaktimizin aslında ne kadar değerli olduğu ve ne kadar büyük bir nimet olduğunu hatırlar, bu âlimlerin dünya hayatında nasıl işler başardıklarını okudukça da şevkimiz, gayretimiz ziyadeleşir. Ayrıca onların hayat kıssalarındaki o güzel ahlak ve edeplerinden istifade eder, hayatımızı o hidayet rehberleri gibi düzenlemeye çalışırız. Bazen de kendimizi öyle kaptırırız ki onların hüzünleriyle hüzünlenir, onların sevinçleriyle seviniriz. Günahlardan arınmamıza ve Rabbimiz katında değerimizin artmasına vesile olan musibetlere karşı göstermiş oldukları sabrı gördükçe, bizler de başımıza gelen musibetlere karşı nasıl davranmamız gerektiğinin pratiğini onların bu kıssalarında görürüz.
Bugün önem arz eden diğer bir mesele ise, bizden önce yaşamış olan iman sahiplerine nasıl bir tavır takınacağımızdır. Ne yazık ki âlim kisvesinde olan bir kısım insanlar, sanki bu ümmetin iman ve amel ekseninde hiçbir ihtiyaçları kalmamış, asıl ihtiyacın önceki âlimleri tenkid etmek olduğu anlayışları, hiçbir şekilde doğru değildir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak bizleri terbiye ederken, bazen emir ve nehiy makamında terbiye eder. Bazen de bir duayı bize öğretir, o dua vesilesi ile bizi terbiye eder. Bizleri başta Sahabe Efendilerimiz olmak üzere önceki iman sahiplerine nasıl tavır takınacağımızı Haşr Suresi 10. ayeti ile bize ders vermektedir.
“Onlardan (Muhacirlerle Ensâr’dan) sonra gelenler ise derler ki: Rabbimiz! Bize ve iman (ciheti) ile bizi geçmiş olan kardeşlerimize mağfiret eyle! Kalblerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Şübhesiz ki sen, Raûf (çok şefkat eden)sin, Rahîm (çok merhamet eden)sin!”
Üstad Bediüzzaman ise mana itibariyle şöyle demektedir. “Bizden önceki büyüklerin hikmetini bilmediğimiz bir kısım işlerini beğenmemek, onlara karşı kötü bir zanda bulunmaktır. Bu ise maddi-manevi birliğimizi zedeler.” Bundan dolayı en güzide cevherlerden daha değerli olan bu âlimlerimize karşı tavrımız her daim hürmet, muhabbet ve dua olmalıdır.
Yıllardır bir kısım kitap ve filmlerde, tarihte olmayan, yaşamamış kimselerin yalancı hayatlarıyla şekillenen dünyalarımızı, kendi içimizden, gerçekten yaşamış ve gerçek hayatlarıyla bizlere rehber olacak bu kutlu insanların hayatlarından gerçek manada istifade ederek yeniden şekillendirmemiz gerekmektedir. İslam büyüklerimizin o güzellikleriyle, hayatımıza çekidüzen vermek hepimiz için zaruri olup, kendimizin ve evlatlarımızın daha güzel yetişmelerine vesile olacaktır inşallah.
Bu çalışma İslam büyüklerinin yaşanmış binlerle kıssalarından seçilmiş küçük bir buket gibi sizlere sunulmuştur. O dünyadan bir damla hükmündedir. Saydığımız hayırlardan bir kısmına vesile olması ümidiyle…